13 Ağustos 2015 Perşembe

Bizi Gidi Fil Yavruları


– Bir yıldız, iki yıldız, üç yıldız, dört yıldız, beş... Başı sonu yok bu baktığımın! Mahmureeeeee, bu yıldızlar bitecek gibi değil.
– Başladı yine bu kız!
Ayağa kalktı Mahmure, uzandığım tahta doğru geldi. Eğdi kafasını, dudakları gözümün hizasında, burun burunayız, görüş alanım tamamen Mahmure.
– Uyu! İn cin mi musallat oldu kız sana? Sabahlara kadar kalıp ne yapacaksın? Yazıyormuş bir de. Hadi oradan, yılan seni!
Son cümlelerini birkaç metre uzağımda sarf etmişti.
– Evlenemedi bana başl...
Bana döndü. Gözler kocaman açılmış. Kendi kendime mırıldanıyordum, nasıl duydu ya! Tamamen gözden kayboluyor Mahmure. Yalnız kaldım kocaman damda. Yıldızları saymışmış. Koyun sayayım istersen?


Hayır yani Mahmure, nasıl düşünmezsin, ben tavan niyetine gökyüzüne bakarsam, bir de başımın arkasına kenetlediysem ellerimi, uykuyu düşünmem diye. Kendimle yüzleşirim ben. Yüzleşemem ya da. Tavana bakıp kendiyle yüzleşen ben yok ki içimde. Yana kıvrılıp bacaklarımı karnıma çekecek, kendimle yüzleşemeyecek kadar korkak, çaresizken ne tavanıymış öyle. Sıvalı, beyaz duvar. Öte bir anlamı yok.
Gözlerimi yumuyorum o yüzden. Yumunca sadece karanlık yok bende.

Koyu ve havada asılı kalan bir ben, bir de boşluk var. Uzun baş edemiyorum bu boşlukla. Etrafımdakileri ona duyumsatınca geçiyor biraz aslında.
Tütsü kokuyor. (Yoğun, fazla yoğun.)
'Fezama' duyumsatıyorum.
Bir Süryani mırıldanıyor etrafta, çok yakınımda.
Ben de mırıldanıyorum boşluğuma.

Yok yok, kurtuluş yok. Açıyorum gözlerimi. Sağıma dönüyorum, biri etrafımda tütsü gezdiriyor, ayinde sanki, bir şeyler okuyor.
Gözlerimi fal taşı gibi açıyorum. İn, cin olmasın? Mahmure haklı mı acaba?
Bu sorularla ben tam, "Huuu, bey amca!" diye sesleneceğim ki, solumda beliren Mahmure, tüm delilerin anası, Mahmure'nin başının altından çıkıyor bunlar diyor içimden kopup dilime yaklaşan sinir.
Tam ağzımı açacağım, ağzıma tıkıyor lafı Mahmure: "Aferin kız, az önceki duayı ne güzel tekrar ediyordun."

Dayanamıyorum artık. Kaldırıyorum ellerimi, sadece gözlerimin akı görünecek şekilde bakıyorum ikisine. Mahmure yine sıkıştırıyor lafı, adamı dürterek: "İşe yaradı herhal, baksana çıkıyor içinde ne in cin varsa!"
Bağırıyorum.
"Yahu kimdir bizimle böyle şaka ediyor?" diye.
Mahmure yüzü düşmüş halde adama kaş göz yapıp ayrılıyor yanımdan.
Dilime gelen tüm, tüm, tüm kötü sözleri geri itiyorum. Sadece: "Doksan iki yıldız, doksan üç yıldız, doksan dört yıldız... Doksan beş yıldız, doksan altı yıldız, doks..."
...
Çıpt. Cik cik, tıp çıpt...
Gözlerimi aralıyorum. 'İşe yaradı yıldızlar' diye geçiriyorken aklımdan, tırnağımı gagalayan minicik bir kuşa takılıyor gözüm. Pürüzlü ve gayet çirkin bir sesle...
 Aaah, gitsene!
Yüzsüz bu kuşlar, kaçmıyorlar ki.
– Yahu kuş! Bak arkadaşların damdaki kırıntıları yiyor, s.........


Son sözlerime kalmadan havaalanıyor. Birazdan kulaklarıma dolan kuş çığlıkları iyice sinirlendiriyor beni. Boyu dama kadar uzanmış olan ağaca doluşmuş bir 'sürü kuş beyin'.
Gözlerim inliyor. 
Mahmure gelip görse uyumadım sanıp "başımı ezecek".

Asabiyetim uykusuzluğumun yerini alıyor. Gözlerimi biraz daha açıyorum.
Hafif bir aydınlık. Vakitlerden fecir. Bir kere görse şu insanlar bu vakti, bir daha uyurlar mı? Vakit tam Cemal Süreya, Sabahattin Ali, belki biraz Turgut Uyar...
Bu kuşlar gerçekten çığlıklarıyla düşüncelerimi bölüyorlar.




5 yorum: